Sığınmacı meselesi, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri.
İktidar bugüne kadar istikrarlı bir sığınmacı politikası ortaya koyamadı. Bunu anlamak için CB Erdoğan'ın son bir ayda yaptığı açıklamalara bakmak kafi.
Bir göndereceğiz dedi, bir göndermeyeceğiz dedi. En son 100 bin ev yaparak bir milyon Suriyelinin gönderileceğini söyledi. İşi -aşı olmayan insanlar sadece barınma ihtiyacı ile tatmin edilemez!
CB, bu sorunun hep ensar/muhacir düzleminde ele alınmasını istiyor. Meselenin bu düzlemde ele alınması Suriyelilerin Türkiye'de kalması demek. Bu perspektif bize onlara ensar olun, yani bir yere bırakmayın, aşınızı, ekmeğinizi bölüşün diyor.
Peki niçin, din kardeşliği için mi?
Birçok araştırmacı son yirmi yılda meydana gelen göçlerin ulus-devletlerin teritoryal egemenliğini zayıflattığını, ulus yapılarını sarstığını ifade ediyor. Çünkü gittikleri ülkelerde bir nevi azınlık durumuna düşen bu kitleler, gündelik yaşamda sıkça anayurda gönderme yapan semboller kullanmakta, dernek/vakıf faaliyetleri ile ortak hafıza ve kimlik bilincini korumakta, ulusun tekçi yapısı içinde ayrı bir kimlik alanı ve farklı bir sadakat odağı oluşturmaktadırlar. Bunun en özet ifadesi, ulus içinde etnik veya kabile alanları oluşturarak ulus devletin toplumsal birimi ve teminatı olan ulusu tahrip etmektir.
Didem Danış,"Küreselleşme ve Ulusötesi Göç ve Ulus-Devlet" isimli önemli makalesinde, ulus-devlet düzleminde tanımlanan vatandaşlığın göç ve sığınmacılarla ağır bir darbe aldığını belirterek, Castles ve Miller'den şu aktarımı yapar:"Ulus- devlet prensip olarak sadece tek bir üyeliğe izin verse de,göçmenlerin birden fazla devletle ilişkileri söz konusudur.İki devletin vatandaşı olabilirler veya bir devletin vatandaşı olup başka bir devlette yaşayabilirler.Böylesi durumlar-bölünmüş sadakate- yol açabilir ve milliyetçi ideal olan kültürel homojenliğe zarar verir.Göçle birlikte çeşitlenen ve farklılaşan aidiyet biçimleri, vatandaş olanlar olmayanlar üzerinden tanımlanan bir siyasi model için idaresi zor bir sorun yaratır."
Bir ulus içinde önemli bir yekün oluşturacak düzeye ulaşmış sığınmacı bir topluluk, ülkeyi kabileleştirmek, ulus-devletle hesaplaşmak, onun dayandığı tekçi yapıyı tahrip etmek için iyi bir malzemedir. Sığınmacı karşıtlığı ile sığınmacı yandaşlığının bir de bu zaviyeden değerlendirilmesi gerekir. Kimlik ile siyasi aidiyet arasında birebir örtüşme ilişkisi öngören ulus-devlet ve taraftarları için sığınmacılarla birlikte yaşanan kimlik parçalanması/farklılaşması bir tehdit, ulus-devlet karşıtları için bir imkandır.
Bu meselenin bir cephesidir ve elbette birçok farklı cephesi daha vardır.Düne kadar eyaletleşmeden, yeni anayasada vatandaşlık tarifinin değiştirilmesinden, farklı dillerle eğitimden bahsedenlerin bu göç ve sığınmacılar üzerinden bu düşüncelerine yeni bir cephane sağladıklarını düşünmediklerini söylemek mümkün değildir.Suriyeliler, Afganlılar kalsın diyenler işte biraz da bunun için-ulus-devletten kurtulma projelerine katkı sundukları için- kalsın diyorlar.