Dünyada 1973 yılında başlayan “liberalleşme” hareketine Türkiye ancak yedi yıl gecikmeyle 1980 sonrasında Turgut Özal’la başlamıştı.
Genel hareket noktası devletin küçültülmesi üzerine bina edilen liberalleşme hareketi, aksine Türkiye'de devletin büyümesine yaramıştır. Neticede görüldü ki; özel sektörün yerine devletin büyümesi ekonomiye, piyasalara ve tek tek bireylere yeterince fayda sağlamıyor. Denenmiştir; devlet büyüdükçe otoriterleşiyor, hukukun yerini güç alıyor.
Peki, temel hedefi ekonominin serbest piyasaya bırakılarak devletin küçülmesi olduğu halde nasıl olduda devlet büyüdü?
1980’li yıllarda siyasi ve bürokratik inatlaşma ve olayları farklı yorumlamalar, hükümetin amacı olan özelleştirmeyi zorlaştırmıştı. Özal da bu engeli aşmak için özelleştirme yerine KİT’lerin varlığını halka açma yolunu tercih etmişti. (Özelleştirme ile halka arz arasındaki ince farka dikkat etmeli.)
Aslında halka arz etmek demek özel sektörü dışlayarak, işletme için hem önemli bir kaynak elde etmek, hem de işletme yönetiminin yine eskisi gibi devam etmesi demektir.
Özel sektördeki halka arzın arkasındaki temel mantık da bu değil midir? Hem ekonomik kaynak elde ediliyor hem de yönetim yine eski patronda devam ediyor. Halka arz üretici şirketlerinin can simididir.
Benzer mantığı akaryakıt fiyatlarında da görüyoruz.
Bu ülkede akaryakıt fiyatlarına ve döviz kurlarına bakarken, bireylerin ve devletin bu işten kazancı ve kaybı nedir diye dikkat etmek gerekir.
Öncelikle akaryakıt artık olmazsa olmazlarımız arasındadır. Yalnız araç sayımız 29 milyondur. Bunun sonucu olarak da hem petrol fiyatları arttıkça hem de döviz kurları yükseldikçe, bu kalemler üzerindeki vergiler nedeniyle hazineye para akmaktadır. Tabi bu arada maalesef piyasa fiyatları da devamlı artmaktadır. (Enflasyon fiyatlardaki devamlı artıştır diye tarif edilmiyor mu?)
Devlet de topladığı bu gelirlerin şöyle ya da böyle önemli bir kısmını sanayiciye, esnafa, işçiye, memura, köylüye, emekliye, dul ve yetimlere dağıtıyor.
Önemli bir not: Gelişmişlik veya geri kalmışlık yalnız ülkenin genel gelir seviyesiyle değil, gayri safi milli hasılanın nasıl dağıtıldığı ile daha yakından ilgilidir. Öyle olmasaydı Necip Fazıl gelirin dağılımı ile ilgili o nefis “Destan” şiirini yazar mıydı? “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;/ Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul./ Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;/ Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”
Kurların yüksek oluşunun ihracatı artırdığını, hiçbir kota uygulamasına gitmeksizin ithalatı da gerilettiğini de unutmamak gerekir.
Enerjiyle bu kadar yakınlığımız varken, petrol ihracatçısı ülkelerle de yakınlık kurmamız gerekmektedir. Öyle ise Katar'la, Arabistan’la, Rusya'yla, Cezayir ile hatta Kuzey Irak’la ilişkilerimizi artırarak devam ettirmek tarafların hepsi için de kazançlıdır. Biri petrolünü ve gazını pazarlarken, diğeri de vergilerden kazanıyor. Kazan kazan formülü hem ekonomide hem de siyasette gayet sağlıklı bir vaziyette işliyor.
Bu anlatımın ardından yeniden dış politika ilişkilerini anlatmaya gerek var mı? Hem Rusya hem de Ortadoğu ve Afrika ülkeleri petrole sahip oldukları, petrolün yerine ikame edilecek bir alternatif ürün de bulunmadığı sürece bu ilişkiler devam edecektir. Tabi Rusya’nın bütün AB ülkelerine karşı dik duruşunun petrol ve doğalgazla ilgili olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekir.
Hatırlanacağı gibi ülke olarak 2008 dünya finansal krizini de yine petrolle “teğet geçerek” savuşturmuştuk. (ABD’nin İran’a ambargosu) Gerçi sonuçları itibariyle biraz canımız sıkılmıştı ama sonunda mutlu sona ulaşan biz olmuştuk.
Bütün bu yaşananlara bakarak, bu gelişmelerin tesadüfî değil, hükümetlerin becerisi ile olduğunun da altını çizmek gerekir. 1970’li yıllarda 70 sente muhtaç olan Türkiye, çok değil, birkaç yıl sonra iktidara gelen Turgut Özal sonrasında büyük bir kalkınma hamlesini, gelirin tabana yayılmasını ve halkın geri kalmışlık kısır döngüsünü nasıl kırdığını yaşayarak görmüştük.
Bu gün de fert başına gelir 3.000 dolardan 10.000 dolara çıkmışsa, dünyanın 193 ülkesine ihracat yapar hale gelmişsek, Rusya, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri ile ilişkilerimiz artmışsa, bu iş kendiliğinden olmuyor herhalde.