Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinde canımızı acıtan bir hadise yaşandı.
Muhalefet milletvekillerinden birisi Filistin’le ilgili bir konuşma yaparken iktidar milletvekillerinin sözlü sataşmalarına dayanamayıp olduğu yerde yıkıldı kaldı.
Meğerse sayın vekil kalp ve şeker hastasıymış. Ne yazık ki bu sayın vekil bir iki gün sonra hayatını kaybetti. Mekanı cennet ruhu şad olsun.
Bu olayda bir vekilin ölümüne üzüldüğüm kadar yere düşerken iktidar milletvekillerinden birisinin söylediği bana göre çok çirkin olan bir söze üzüldüm.
Milletvekilinin yere düşmesiyle birlikte iktidar kanadından “Allah’ın Adaleti” gibi sözler yükseldi.
*
O anda “Biz insanlığımızı ne tez bu kadar kaybettik” diye düşünmeye başladım.
Bir kere daha anladım ki atalarımızın dediği gibi bürokrat olmak, vali olmak, paşa olmak, vekil olmak çok kolay ama insan olabilmek gerçekten çok zor.
Yere düşen bir vekilin düşme sebebini Allah’ın adaleti olarak değerlendirir ve bunda bir hoşnutluk duyarsanız sizde adaletin, vicdanın ve merhamet duygularının olacağına asla ve asla inanmam.
Hatırlarsanız elli bin kişinin ölümüne neden olan Kahramanmaraş depreminde bu depremin çıplak gezen kadınların yüzünden olduğunu iddia eden geri zekâlılar bile oldu bu memlekette.
Demek ki kafa yapımız yedi bölgenin yedisinde de aynı.
Yüce dinimiz yere düşeni kaldırmamızı emrediyor ona yürek soğutmamızı değil.
Düşen bir insana yardım eli uzatacağınıza içinizdeki birikmiş kini dışarı vuruyorsunuz.
Yazıklar olsun size…
*
Bu tabloyu görünce yıllar önce bir dostumun lütfedip bana gönderdiği “Dostum” başlıklı çok manidar bir yazıyı hatırladım. Arşivimi karıştırdım
Zaman zaman dile getirmeyi görev saydığım bir konuyu da sizlere
hatırlatmak isterim.
Eğer bu gibi insanların söylediği sözler kendilerine yakışıyorsa yapacak bir şeyiniz yok demektir.
Onun cehaletine verip geçebilirsiniz.
Bu sözleri söyleyen ister memur, ister amir, ister bürokrat ve isterse vekil olsun kafalar değişmedikçe mevki makamın hiçbir hükmü kalmıyor.
*
İşte arşivimdeki kime ait olduğunu bilmediğim bu yazıda bize hayatın gerçeklerini öyle güzel aratıyor ki keşke ibret alabilsek.
Buyurun o yazıyı birlikte okuyalım.
*
Bak dostum…
Cahil ile dost olma,
İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez;
Üzülürsün.
*
Saygısızla dost olma,
Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez;
Üzülürsün.
*
Görgüsüzle dost olma,
Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez;
Üzülürsün.
*
Açgözlüyle dost olma,
İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez;
Üzülürsün,
*
Bencille dost olma,
Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez;
Üzülürsün.
*
Ukalayla dost olma,
Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur;
Üzülürsün.
*
Namertle dost olma,
Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez;
Üzülürsün.
*
Bu tip insanların eylem ve söylemlerinden üzülmemek, üzülmekten öteye utanmamak mümkün mü?
Bunların dostlukları bizden uzak olsun sevgili okurlarım.
Namert dostum olacağına mert düşmanım olsun daha iyidir.
Bizim örf ve ananelerimiz ve yüce dinimiz düşene bir tekme vurmak değil düşeni kaldırmayı emreder.
İnsanlar delikanlı olsun arkadan konuşmasın bir doğruya elli yalan katmasın, hırsızlık yapmasın, iftira atmasın, yalan söylemesin dürüst olsun canımı yesin.
Neredeyse Diojen gibi feneri yakıp gündüz gözüyle bu vasıfları taşıyan insan arayışına çıkacağız.
Çünkü insanlık can çekişiyor.
*///*